29 Mart 2013

Yeni Ben.

Daha tanımadan kendimi, seni tanımaya çalıştım. Biliyorum en baştan yaptım hatayı. 
Gün geldi, çözdüm seni. Sonra da kendimi.
Biliyor musun? O an, anladım ki biz çok farklıyız. Ama bunu sana anlatamadım.
Çünkü sen, ben olmuştun. Bense artık ben değildim. En azından senin bildiğin ben değildim.
Sustum. Sabrettim. Görmeni istedim. Görmedin. Belki de istemedin görmeyi.
Affet.
Ben, sendeki beni alıp gitmeliyim. Yeni ben olarak, yeni hayat kurmalıyım.
Affet...

28 Mart 2013

Görmeden Sevmek.

 
Bir ilişki görmeden yaşanır mı? Dokunmadan demiyorum. Görmeden. Sadece netten, mektupla ya da telefonla olur mu bir ilişki? Yahut bu duruma ilişki denir mi?
 
Şahsen netten tanışıp, konuşmaya ve arkadaşlığa, dahası sevgili olmaya doğru giden arkadaşlıkları yadırgayan biri değilim. Herşeyin bir sebebi vardır. Belki de netten denk gelip, konuşmaya başlamak da bir sebep idi. Mutlu bir birlikteliğe açılan kapı oldu. Kısmetiniz oldu.
 
Yalnız... takıldığım konu şu.
 
Bu durumun sadece ve sadece net üzerinde kalmış ve kalacak olması. Hal böyle olunca bu duruma, yani hadi diyeyim bari, ilişkiye, ben ilişki demem.
 
Saçmalık olmuyor ama bu duruma ilişki demek de, aşk demek de sanki yanlış oluyor.
 
Öyle değil mi?
 
Netten tanışmaya bir şey demiyorum ama net üzerinden aşk yaşadığını, bir ilişki yaşadığını söyleyenlere itirazım var. Aşk bu değil bence. Net üzerinden başlayıp net üzerinden biten şeye aşk denmez. İlişki bitti denmez. Sen sadece oturup konuşmuşsun onunla. Olay bu. Hani birlikteliği nerede bu ilişkinin. En kötü anında yanında olamıyorsan, gözlerinin içine bir kez bile bakamamışsan, bu nasıl ilişki oluyor.
 
Şimdi beni yanlış anlayanlar da çıkmasın. Aşk dediğimde sadece ten uyumu da değil. Ne demek istediğim anlaşıldı herhalde. Ama sadece klavyeden, telefondan söylenen sözlerde değil aşk. Bu sözleri, o kişinin karşısına çıktığında da hissetmek ve hissettirebilmek aşk olmalı. Yani olay sadece nette oturup konuşmayla kalmamalı. Kalıyorsa da, buna kimse aşk demesin. Bir ilişki demesin.
 
Vesile ile neticeyi karıştırmayalım. Net bir vesile olur. Neticesi size kalır.

26 Mart 2013

Yara Kabuğu Suskunluk..

Siz tanır mısınız suskun insanı? Her konuşmayan bir suskun mudur? Değildir. Öyle susmuş insanlar vardır ki, o derin suskunluklarını yanlarında bir ömür geçirseniz, anlayamazsınız.
 
Susarak kapamıştır yarasını. Kabuğudur yarasının susmak. Ve sen, görmezsin o kabuğun altındaki o yarayı. 

O öyle bir kabuktur ki, öyle ustaca kapatır ki yarasını, baksan da göremezsin.
 
Anlamazsın suskunluğunu. Bilmezsin. Öyle derin bir suskunluğu vardır ki, farketsen, kaçarsın derinliğinden.
 
Korkarsın. O kabuk değil, yaranın derinliğidir seni korkutan. Öyle derin bir yaradır ki o, o derin sandığın suskunluk hafiftir yanında.
 
Şaşarsın... Şaşırırsın ama tek kelime edemezsin ki. Seni de yaralar o yara. O suskunluk seni de bağlar.
 
Ve susarsın sende. Kabuğuna kabuk olursun, suskunluğa ortak.
 
Ama ya susmazsan... Sanır mısın ki, yarayı iyileştiririm. Kabuğu kalkınca kanar o yara bilirsin. Akıtır içindeki acıyı.. Ama sanır mısın ki, iyileşir sonra.
 
Ya kaparsa mikrop. Göze alabilir misin bunu?
 
Her şeye rağmen, suskunluklarını bozmayı göze alır mısın?
 
Yapacağın şudur aslında. Ya ortak olmaktır suskunluğa ya da tüm şefkatinle o yaraya sahip çıkıp, mikrop kapmaması için, sesinle merhem olmaktır.
 
Sen seç... Hangisi daha kolaydır bilir misin?

25 Mart 2013

Paranoyaklık mı Manyaklık mı?


Özetle manyaklık aslında. Ama kendime torpil geçip, direk manyaklık yazmadım. İtiraf ediyorum. Hadi sevin beni. Ben kendimi seviyorum. Mu acaba?..
Neyse mevzumuz o değil.
Mevzu  benim zihnimdeki manyakça düşünceler. Bunlara sebep de televizyon diyorum. Yani en son orda gördüğüm filmden sonra fena etkilendim. Yok böyle bir şey.
Düş Kapanı idi filmin adı. Ve direk söylemeliyim ki, filmin ilk sahneleri ile sonrasında gelişen olaylar arasında bir bağlantı kuramadım ben. İzlemiş ve kurmuş olan varsa söylesin. Hoş, filmin hepsini izlemedik biz.
Lafı uzattım yine. Filmde uzaylılar vardı. Adamın içinden çıktılar. Ama nasıl çıktılar, bir sorsanıza? Tuvalette çıktılar. Klozetin içindeydi yaratık. Buradan da nasıl çıktığına cevap buluyoruz. Öncesinde adamda fena gaz sorunu vardı. Midesi şişti. Zaten beni benden alan kısmı da o mide ile alakalı. O gece mide sorunu yaşadım. Resmen içimde o uzaylı yaratıktan var ama çıkmıyor arkadaş. Çıkamıyor. Öyle bir canım yanıyor. Sancım var. Ama tuvalette içimden cidden yaratık çıkacak sandım yani. Bir an o korkuyu yaşadım. İşte manyaklıkta ordan geliyor zaten. Boşuna demiyoruz herhalde. Sonra Allah'tan geçti.
Bir de Son Durak filmini bilenler bilir. O filmlerde insanlar olmadık zamanlarda, en olmadık ve beklenmedik şekilde can veriyorlar. Bendeki bu manyaklıklar o filmden sonra resmen tavan yaptı.
Mesela yeğenim var benim biliyorsunuz. Hemi de 3 tane. En küçüğü daha 1.5 yaşında. Elindeki tahta kaşığın bir şekilde yüzüne gözüne dalacağını düşünürum. Sadece o mu? Tüm oyuncakların. 
Koltuğun üstüne çıktı mı benimde tansiyonum çıkar. Ah düştü, düşecek... aman.. gözümü bir an üzerinden alamam. Alırsam bir şey olacak düşüncesine kapılıyorum. Halbuki evde başka insanlarda var. Ve düşse en fazla kafasını acıtır. Bu telaş niye, anlamıyorum. Bazen çekyatın kenarından aşağı bakıyor. Eyvah diyorum, düşecek de boynunu kıracak. Evlerden ırak. 
Evde prizle oynama meraklısı. Çanta meraklısı. Görüyor bizde, o da boynuna asmaya çalışıyor. Hemen alıyorum. Boynuna dolanacak, nefessiz kalacak diye. Hayır yani, o hale gelenekadar bizim aklımız nereye kaçmış olacak değil mi?

Böyle herşeyin en kötüsünü düşünüyorum. Bu sebeple aslında çocuk mevzusunda robot çocuk istediğimi hissediyorum. Ne dersem onu yapsın. Dur deyince dursun, otur deyince otursun mesela. Hoş olmaz mı? yoksa ben o çocuğu dört duvarın içinde perişan halde büyütürüm gibime geliyor. Ama sadece dört duvar var olacak, dikkatinizi çekerim.
Manyaklıklarıma dönecek olursak, geçen gece bu yüzden uykum kaçtı. Bir ses duydum. Biri içeri girmiş diye korkuya kapıldım. Öyle korkuyorum ki, içimden dualar okuyorum. Aklıma ne gelirse. Ardıma dönmeye korktum bir an. Sonra okuya okuya, düşüne düşüne kendimi rahatlattım. Uyudum gitti. 

Mesela manyakça düşüncelerim de hep kötü olanlar yok, iyileri de var. Örneğin birilerinin beni deli gibi sevdiğini düşünüyorum. Burada biri, herhangi biri. Yanlış olmasın. Hani nette vardır, görmüşsünüzdür. Dünyada her insanı seven, bir kişi illa ki vardır diye. Hehh işte ondan. Ona fena inanırım ben. Saatime bakarım, üstüste görünce sevindirik olurum, falan filan.  Filmlerdeki gibi bir aşk yaşayacağımı düşünürüm mesela. Düşünürüm de düşünürüm işte. 
Özetle diyorum ki; bana biri televizyonu yasaklasın arkadaş...

22 Mart 2013

Bir Resim Bir Öykü - 2

Evinde sessiz sakin otururken, köpeğinin sesini duyup, cama koştu telaşla. Normalde pek ses çıkarmayan bir köpekti çünkü.
Baktı ki, dışarı kadar çıkmış, yanında bir adam var. Köpek de deli gibi havlıyor.
Allah.. dedi. Adamı mı parçaladı naptı bu hayvan.. Böyle deli düşüncelerle, pürtelaş çıktı evden. Koştu köpeğine. Baktı ki, ortada ısırılmış biri yok. Bir köpek daha var. Minik, süs köpeklerinden. İçi ferahladı. Hala havlayan köpeğini sakinleştirmeye çalışıyordu ki, yanında duran adamın yüzüne bakmayı akıl etti. Ama bakmaz olaydı, görmez olaydı iyiydi. Bu adam, onun aşık olduğu adam idi. Hep yollarını gözlediği. Bir gün belki denk geliriz diyerekten, kendini bakımlardan bakımlara soktuğu. Hep düğüne gider gibi sokaklara çıktığı, o adam idi.
Ama gelin görün ki, şimdiki hali, yerin dibine girse de görmesin beni diyeceği bir hal idi. Saçlar dağınık. Üstünde kıytırık bir pijima. Dişler fırçalanmamış. Perperişan idi özetle.
Kendini köpeğinin içine sokmak istercesine sarıldı hayvana. Yüzünü gömdü köpeğin tüylerine. Şimdiye tek kelamını duymadığı o adam konuştu nihayet.
Merak etmeyin, dedi gülerek. İkisi de iyi. Sizinki benim küçük hanımı sanırım beğendi. Bendeki de ne şans, daha dün aldım bu köpeği.
Şans.. Şans derken, diye düşünmeye başladı. Kafasını da farkında olmadan kaldırdı biraz. Tanıştırmış olduğu için mi şans diyor ki acaba. Kalbi küt küt atmaya başladı birden. Sonra perişan hali geldi aklına, yumuldu yine köpeğine.
Adam bu haline meraklanıp, önünde oda diz çöktü. Eğilip bakıp, iyi misiniz dedi. Kafasını kaldırıp, gözlerini gözlerine çok yakın görünce, dili tutuldu sanki kızın. Evet evet dedi, kafasını çevirdi öbür tarafa hemen.
Köpeğinizi çok seviyorsunuz belli. Hiç bırakmadınız hayvanı. Bırakın az, artık onu çok sarmanızdan havlıyor sanki. Sonra baktı ki doğru söylüyor adam. Elini gevşekti biraz. Farkında olmadan kendi eliyle köpeciğini öldürecekti. Ama bırakamam seni diye fısıldıyordu kulağına köpeğin. Bırakırsam ayağa kalkıp, yüzüne bakmam gerekecek. Böyle deli görüneyim daha iyi. Ve içimden dualar etmeye başladı, adam gitsin diye. Sen bunca zaman iki dakika görmek için yüz takla at. Sonra adamla neredeyse yarım saat dipdibe kal ama isteme. İşte duanı eksik yapmayacaksın. Böyle ters ve eksik tutar . .. diye deli deli düşünürken, adamın sesiyle kendine geldi.
Gitmem gerek diyordu. Bir daha buradan geçerken dikkatli oluruz. Dedi.
Gözleri parladı sanki. Birden kalktı ayağa, bende bende.. dedi adama gülerek. Aldı köpeğini içeri girdi.
Evet.. sevinçten havalara uçuyordu artık. Yine geçecekti. Ve bu sefer, onu bu halde asla ama asla görmeyecekti.

21 Mart 2013

Oradan Buradan Uyarlama Değil, Kendi Senaryonuzla Gelin.

Dizi sektörü Kadir İnanır filmlerine fena takmış kafayı. İlk önce Selvi Boylum Al Yazmalım'ı denediler. O güzel filmin bence dizi şekli hiç olmamıştı.
 
Sonra Dila Hanım'a el attılar. Onu da iyice bozup çorba yaptılar, sağolsunlar. Hoş, sadece Kadir İnanır filmlerine değil, diğer film ve yabancı dizilere de taktılar. Ve tabiki de kitaplara. 
 
 
Şimdi de Tatar Ramazan filmini dizi yapmaya koyulmuşlar. Gördüğüme, duyduğuma inanamadım resmen. Ne gerek duymuşlar. Üstüne üstlük Tatar Ramazan olarak, şahsen benim hiç sevmediğim biri olan Bülent İnal'ı seçmişler. Adamda bir iticilik var yahu. Ben sevmiyorum, o olmamalı idi. Ama Kenan İmirzalıoğlu olabilirdi.
 
Ama olmasın hiç biri. Ne gereği var diyorum. Niye her efsane olmuş, yılların eskitemediği filmleri, dizi yapma gereği duyuluyor ki. Bu kadar mı köreldi bu senaristler Allah aşkına. Yeni bir şey üretemiyorlar mı?
 
Gelsinler bana. Bende senaryo gani gani. Ama yok, illa böyle saçma sapan işler yapıyorlar.
 
Bırakın Tatar Ramazan'ı. 
Bırakın güzelim Yeşilçam filmlerimizi. 
Bırakın güzelim kitaplarımızı. 
Yapın kendi senaryonuzu da görelim artık. Gelmeyin karşımıza artık, böyle uyarlamalarla. 
Ayıp oluyor ayıp. Benden demesi.

19 Mart 2013

Mahallenin Delikanlılarıydı Onlar: Zeki ve Metin.

Onlar mahallenin hep iki bekar genci oldu. Öyle zıt karakterlerdi ki, ama öylesi dostlardı.
Biri uzun idi, diğeri kısa. Biri çapkın bir delikanlı iken, diğeri şaşkın aşık olurdu. Ama dedim ya, hep dost idiler.
Ve hep mahallenin kurtarıcısı oldular.
 

Bir şekilde, mahallenin gariban delikanlıları iken, en zenginleri oldular. Ama paraları hiç kendi başlarına yemediler. Mahalleyi borçtan kurtardılar.
 
Tüm bunlar Zeki ve Metin filmlerinin temel unsurları idi.
Sıcacık, sevgi dolu filmler.
Sinemadan isimleri hiç silinmeyecek iki büyük isim. İki dost sanatçı.
Keşke filmleri her gün çıksa da izlesek. O dostluğu içimize işletebilsek. O sıcacık mahalle dokusunu yine yaşayabilsek.
Zeki Alasya - Metin Akpınar
Ve bu ikilinin o muhteşem filmleri. Var mı daha ötesi?



15 Mart 2013

İntikam Dizisinde Göze Batan Hatalar.

Yazayım mı yazmayayım mı derken, kendimi yazarken buldum. Mevzu İntikam adlı dizimiz.
Şimdi neresinden başlasam ki acep tuhaflıklarına.
Şu meşhur evden başlayalım ilk olarak. Çelik ailesinin şu meşhur evi. 
Anacığım, ev birkaç kere el değiştirmiş ama kimse eve hiç tadilat falan  yapmamış. Bunlar zenginin önde gideni değil mi arkadaş? Milletin pis bıraktığı eve öylece çökmüşler mi yani? 
Derin'in babasının balkon kenarına çizdiği o sonsuz işareti duruyor. Bahçedeki o salıncak duruyor. Tek bir karesine kimse dokunmamış. Sanki tarihi eser ev. Tadilat yapılması yasak.

İkinci olarak tivitte de dediğim şu göz renginin tutarsızlık meselesi var. Küçük Derin'in (o minik kız çok tatlı) o boncuk mavisi gözleri, iki metre öteden belli oluyor. Ama gelin görün ki, kız büyüyünce gözler yeşil oluyor. Zira Beren Saat yeşil gözlü anacığım. Bunu demem gerekmiyordu ama demeden geçmek istemedim.
Ne yani, minik Derin karakteri için yeşil gözlü bir kız bulamamışlar mı? Yoksa büyüyünce değişen bir göze mi sahipmiş bu kız? İnsanın göz rengi 1 yaşına kadar değişir bildiğim. Sonrasında aynı kalır. Yanlış mı biliyorum. Bu bariz hatayı kimse farketmemiş ki ya. O mavi gözler nasıl gözardı edilmiş, şaşıyor insan.
Yalnız haklarını yemiyelim. Derin 18 yaşlarındayken, Beren'in saçlarını sarı yapmayı akıl etmişler. Tebrik etmek lazım. Değil mi?
Son olarak Hakan karakterinin yaşını acayip merak ediyorum.
Adam, Derin 18 yaşında hapisten çıkarken, diyor ki, baban bana projemde destek verdi bu günlere geldim. Yani o zamanlar 18 yaşında olsa şimdi baya bir yaşlı olması gerekirdi. Ama şimdilerde Yağmur, Rüzgar ve Emre ile aynı yaşlarda. Yıllar ona hiç dokunmamış. Helal be.. Formülü ne acaba? Bize de dese ya.
Son dedim ama şunu da eklemek istiyorum. Emre karakteri çok çirkin giyiniyor hakkaten. Be adam senin karşında, çuval giyse de o gülüşüyle karşısındaki kadını tavlayabilecek bir karizmaya sahip biri var. Rüzgar var. Azıcık bir giyimine özen göster. Tamam sende çirkin değilsin ama o kılıkla puan kaybediyorsun. Demedi deme. Oh be.. dedim rahatladım. Gerçi denildiği gibi, dizi de hepsi acayip çirkin giyiniyorlar. Sebebi ne acaba bunun?
Ve.. Ve.. Tamam bu son. Bu sene 4. cüsü yapılacak Antalya Televizyon ödüllerine, uyarlama senaryo adaylığı eklenmiş. Aklıma direk İntikam geldi. 

Bir Resim Bir Öykü - 1


Bugün günlerden pazar. Oyun günü, oyun zamanı. Ama biz cezalıyız. Neden mi? Suçumuz mu ne? Biz bir şey yapmadık ki.. Sadece oyun oynuyorduk. Her zamanki gibi.

Neden şu cezaları pazarları verirler ki? Dışarıda oynamaya giden çocuklara, ciğerci kedisi gibi bakakaldık böyle. Ah bir çıkabilsek. Oyunlar oynabilsek. Ne güzel olurdu. Ne kadar yalvarsak da ikna edemedik büyükleri. İnatçı şeyler. 
... ...

O gün öyle düşünüyordum. Şimdi bu resmime baktıkça daha da üzgünmüşüm, onu anlıyorum. Kimbilir aklımızda o gün için ne planlar vardı. Gemisi bakmış kaptan gibiydim. Sanki batan enkaza bakıyordum.
İyi ki gerçekleşmedi o planlarım diyorum şimdi. O gün dışarıda olsaydık. Belki şimdi yaşıyor olmayacaktık biz. 
Neden mi? Oyun oynadığımız alana, o gün bir kamyon dalmış. Freni boşalmış ve oyun oynayan arkadaşlarımızın üzerine doğru resmen uçmuş. Çoğu kaçamamış. Feryatlar, figanlar inletmiş ortalığı. Bizse, bize ceza verenlere kendimizce kızıyorduk olduğumuz yerde. Bilmiyoruz ki, orda olmamamız bizi ölümden kurtarmış.

Artık şuna eminim. Bir şeyi yapamıyorsan, yahut elde edemiyorsan, o işte bir iş vardır. Fazla zorlamamak gerek. Belki de o an orda olmaman lazımdır. Nereden bileceksin ki?

Bazen en iyisi budur; sessizce razı olmak  kaderine. 

13 Mart 2013

Ters Köşe Eden Ters Koltuklar

Otobüste ters koltuğa oturmak zorunda kalmışsanız, tam ters köşe olmuşsunuz demektir.

Geçenlerde bende oturmak zorunda kaldım. İnsanın midesi alt üst oluyor. Allahtan yol kısa idi de, dayandım.

Dün yine ters koltuklu bir otobüse bindim. Tabi yer vardı, ben oraya oturmak zorunda kalmadım. Ama neredeyse binen herkes o koltuğa mecburiyetten oturdu, yer bulunca anında kalktı. Kimse memnun değil orda oturmaktan. Ama koltuk, otobüsün en geniş koltuğu, arka koltuktan sonra.

Dün iki teyze bindi mesela. Biri diğerinden büyük. Bindiklerinde o ters koltukta tek kişilik yer mevcut idi ama oturmadılar. Yaşlı olanı arkaya doğru gitti, orda yer vardı. Diğeri oturdu sonra. Bir zaman sonra yaşlı olanı, onu yanına çağırdı. “ gel oturma ters koltuğa, gel..” diyerekten.

O da yanına gitti. Kadın da değişik bir tipti bunu da söylemek isterim. İlk oturduğunda aldı telefonu eline birini aradı. Ordan yaşlısı yine seslendi, kiminle konuşuyorsun diye. Sonrasında ters koltuk yine boşalmıştı, oraya oturmak istedi teyzem ama yine diğeri otobüse inletecek derecede yüksek sesle “ hayır.. ters koltuğa oturmaa..” diye bağırdı. O da hemen önündekine oturdu. Yine telefonla birileriyle konuşmaya başladı. Gayet normal ses tonu ile, herkes duyuyor. Hatta bir ara telefonun diğer ucundaki kişiyi azarladı, dinlemiyor diye.

Böyle koltukları niye yapmışlar acaba otobüslere? Kimse memnun değil. Bildiğim bir belediyelerde oluyordu. Orda da durum farklı değil. En son dolan koltuk onlar. 
Niye yapmışlar ki acaba? Tersten yolculuk kime iyi geliyor ki?

11 Mart 2013

Radyo Dinleyicisi Olmak.


Galiba artık eskisi gibi bir dinleyici kitlesi yok radyoların. Yani bana göre öyle. Eskiden bende sıkı bir dinleyici idim. Şimdi değilim mesela. Yani ben yoksam kimse olmaz diye düşünüyorum arkadaş.
Şaka bir yana eskiden sadece radyo dinlerdik evde. Sabahtan akşama kadar açık olurdu. Televizyon neydi ki, dizi izlemek de neymiş. Varsa yoksa radyo ve radyocular.
Ama kendi yerel radyolarımızı dinlerdik çoğunlukla.
Mesela Doğan Öncel vardı. Doğanın Kanunları adlı bir program yapardı. Yerel radyolar içinde birkaç kere transfer bile olmuştu. Öyle bir kitlesi vardı. Bir ara stand up şov bile yapmşlığı vardır.
Bizim buranın fuarında sahneye çıkmıştı da, bizde onu izlemek için, fuara gitme günümüzü o gün olarak seçmiştik. Kuzenimde vardı bizimle ama o çok sıkılmıştı gösteriden. Hatta Doğan Öncel bir ara Çarkıfelek programında hosteslik bile yaptı. Muazzes Ersoy ile. Şimdi neler yapıyor bilmiyorum. Bir ara ulusal bir radyoda idi. Aynı isimle programına devam ediyordu.
Sonrasında yine yerel bir programcıya takıldık biz. Bakın adını unuttum. Niye mi? Çünkü biz kalkıp onu görmeye gitmiştik radyoya. O tenezzül edip yüzümüze bile bakmamıştı. Ondan sonra da dinlemedik o kişiyi. Öyle burnu havada idi. Hep de yerel olarak kaldı işte. Hehh.. adını hatırladım. Bora idi.
Aynı radyoda akşamları çıkan bir program vardı. Dinleyicilerden özlü ve güzel sözler isterdi. Üşenmez, en güzel sözleri bulmaya çalışır, mesajla yollardık. Sonra radyoda adımızla okununca öyle mutlu olurduk ki. Sanki bir şey kazanmışız gibi. 
O radyonun daimi ve tanınan dinleyicisi idim hatta. İstek zamanlarında şarkılar istemeyi de ihmal etmezdik bu arada. Çalındığında dünyalar bizim olurdu.
Arada bir de Nihat Sırdar ile Sivrisineği dinlerdik. Keyifliydi ama genelde İstanbul'dan, trafiğinden bahsediyor ya, biz de orda olmayınca pek cazip gelmiyordu açıkcası.
Biz hepsinden vazgeçip PowerTürk Fm'i dinlemeye koyulduk sonra. Müzik.. Müzik.. ve müzik dedik. Güzel ve güncel şarkılar çıkıyordu. Ki hala çıkıyor. Müziğe tam anlamıyla doyuyorsun. Ve üstüne üstlük hediye de kazanıyorsun. Hala öyle etkinlikleri vardır herhalde. Dedim ya bayadır uzağız radyodan. Çünkü bozuldu. O radyoyu da PowerTürk'ten, yarışmadan kazanmıştı ablam. Küçük ve saatli bir radyo. Şimdi sadece saat olarak kullanılıyor maalesef. Ama hatıra kaldı.
Böyle işte. Başka daha dinlediğimiz programlarda vardı ama unuttum onları. Bunlar hafızamda yer edinenler.
Radyo başka bir şey. Başka bir alem. Eskiden radyocu olma hayalim bile vardı. Ama geçti.
Sizin de var mı radyocunuz? Devamlı dinlediğiniz, sevdiğiniz bir radyo?

7 Mart 2013

Seven Ne Yapmasın

Birbirini seven iki insan vardır. Bazen o iki kişiyi de ayrı ayrı seven iki kişi daha olur. Onlara dikkat edin. Ne yapar ne ederler, gün gelir, sevdiğine kavuşan onlar olur. Çünkü o sevdiği, sevdiğinden bir şekilde ayrılır. Ve gider o diğer kişiyle evlenir. Hala o terkettiğini sevse bile.

 Çok mu karmaşık oldu? Yok canım. En az, bir tane Yeşilçam filmi izleyen, benim ne demek istediğimi anlamıştır.

Hatta, Kuzey Güney dizisini izleyenler de anlar. Bu konu orda da işlendi çünkü.

İnsan neden, sevmediği biri ile sırf kendisini seviyor diye ve dahası, terkettiği ya da terkeden sevdiğini kıskandırmak, belki de intikam almak için evlenir. Niye yapar ki bunu.

En başta o insana yazık. Çünkü, gün geliyor, devran dönüyor. Yine sevdiğine dönüyor insan. Sense fırtınadan kaçışda sığınılmış bir liman olarak kalakalıyorsun. Bir başına ve yine yalnız. Tek başına seven olarak.

O kişiyi de anlamak zor. Sevmediğini biliyorsun ama sevginin ikinize de yeteceğini sanıyorsun. Ama yetmiyor işte. Başkasını sevenden, dahası sırf ona eziyet olsun diye sana gelen birinden ne beklersin ki. 

Seven, işte bunu yapmasın. Sırf seviyorum diye, kendisini sevmeyen birine, dahada önemlisi başkasını seven birine kucak açmasın. Hele hiç evlenmesin

5 Mart 2013

Türkiye Müzik Ödülleri.

Kral Müzik Ödülleri artık Türkiye Müzik Ödülleri oldu. Büyük bir değişim. Ödülü bir kurum veriyormuş gibi görünmüyor. Önemi arttı sanki.

Şuan aday adayları açıklanmış ve oylama açık. Yani sizde aday adaylıktan adaylığa çıkmasını istediğiniz kişiyi oyunuzla destek verebilirsiniz. Benim adayım yok diyorsanız, ekleme şansınız da var. Denedim ve bir oy kullandım.

Aday aday listesi benim baya dikkatimi çekti. Ne değişik isimler var. Şaşırdım açıkcası. Gerçi ilk defa denk geldim bu listeye. Hep aday listelerini görmüştüm. Ondan galiba. Ama buna bakarak iyi eleme yapılıyormuş diyebilirim.
Evet..
Oylama için : tık


Büyük Gala , 11 Nisan perşembe akşamı, Star'dan yayınlanacak.  

Masadaki Simitin Hazin Sonu

Bir gün, büroya  bir kız  geldi. Patronun masasında da simit vardı. Gelen gidenden yiyememişti. 
Kız, patronun masasının önüne oturdu. Genelde onunla muhatap olmak isteyenler oraya, benimle işi olacağını bilenler de direk bana yönelirler, benim masanım önüne oturuyorlar. Bu küçük ve gereksiz ayrıntıdan sonra mevzuya dönebiliriz.

Kızın ne istediğini, o kadar süre niye beklediğini hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, masadaki simidi alıp yemesi idi. Belki de kız hızlı idi, yemek konusunda. Çok zaman geçmemiştir. 
Ne izin istedi, ne bir şey dedi. Aldı, parçalara böle böle yedi. Son lokmalarına doğru, kimin bu simit yedim ama, dedi. Gülerek.

Patron da ye önemli değil dedi. Cidden önemsememişti. Aksine hoşuna gitmişti. Kızın bu davranışı.

Bense tuhaf karşıladım. Hangi cüret, hangi davranış bu hareketi öylesine görebilir ki. Bence izinsiz yemesi, o kızın bulunduğu ortamda çok rahat biri olduğunu göstertmez. Bence gereksiz bir dengiz olduğunu gösterir. Gözü açıklıkla, uyanıklıkla ya da ne bilim, rahatlıkla ilgisi yok bu davranışın.

Yoksa ben mi yanlış düşünüyorum?

1 Mart 2013

Ödül.

En son kime yalan söyledin, neden?
Tanımıyorum. İşyerine gelen birine söyledim. Tam yalan değil aslında. Patron evrak teslim etmeye gitti, ben toplantıya gitti dedim. Niye? Patron öyle de, dedi de ondan.

Biz okumuyoruz farz et, kendine bir itirafta bulun!
Kızm, sen var ya sen.. kendini çok muhim biri olarak görüyorsun.. Ondan bu çektiklerin.

En son severek okuduğun kitap hangisi?
Sherlock okumuştum en son galiba.

Şuan istediğin işimi yapıyorsun?
Hayır.

Mutlu musun?
Bilmem. Emin değilim. Mutsuz olmam için nedenler var ama mutlu olmam için de var. Ah bu kararsızlık..

Öleceğin tarihi bilsen ömrünün son zamanlarını nerde kimle geçirmek istersin?
Tek kişiye bağlamamak lazım. Seven gelsin.

Favori şarkıcın ve şarkısı?
Şarkıcı olarak favorim yoktur. Ama şarkım: cesaretin var mı aşka...

Her bölümünü heyecanla takip ettiğin bir dizin var mı?
Artık heyecan duymuyorum ama takip ettiğim dizi olarak Kuzey Güney diyebilirim. Bitsin diye bekliyorum.

Keşke...
Ah keşke.. her şeyi içimde tutmasam..

Kötü alışkanlıkların var mı?
Evet var. İçimden gelenleri yapmıyorum. Hep millet ne der, derdindeyim.

Sence ideal eş nasıl olmalı?
Yeri geldiğinde tutkulu aşık, yeri geldiğinde dert ortağı, yeri geldiğinde can dost olmasını bilen biri olmalı.

Bu sorular, bana verilen Liebster Ödülünün bir parçası. Yoksa şartı mı? :D
Ödülümü aldım gidiyorum ben. Veren arkadaş Filmmania' ya teşekkürler.
Bu ikinci ödülümdü. Onda da soru sormaya üşenmiştim. Dileyen arkadaşlar bu soruları cevaplayabilir.